Her şey 1917 Balfour
Deklarasyonu’nun imzalanması ile başladı. O tarihten bu güne adım adım
işleyen bir proje, adım adım yok edilen bir Millet ve sürüp giden bir zulüm.
Dünyanın “safrası” olarak görülebilecek bir “güruh”dan kurtulmak isteğindeki
batı aklı, İsrail’in kuruluş filminin senaryosunu hem yazdı hem de baş rolü
aldı.
1947’deki İngiltere ve BM
tiyatrosundan sonra 14 Mayıs 1948’de insanlık tarihinin en kahpe ve en düzenbaz
topluluğu sözüm ona “devlet” olduğunu ilan etti. Kuruldum demekle “devlet” olunamayacağını, kaypaklığın ve
ihanetin genetik bir özellik haline geldiği bütün dünyaya göstermeye başladı bu
tarihten itibaren.
En Büyük Göç/Zulüm Nekbe
Evet, ilan edilen sözde bir
devletti. Ancak uygulama bir devlet aklı ile izah edilemeyecek kadar vahşi idi.
İlk andan itibaren yüzbinlerce Filistinli binlerce yıldır vatan bildikleri
topraklardan çıkmak/çıkartılmak zorunda bırakılmıştı. Hafızalarımıza Nekbe
(Büyük Felaket) olarak kazınacak bu sürgün, insanlık tarihine kara bir leke
olarak yazılmıştır.
Sürgit devam eden bu zulümler,
sanki kadermişçesine hep Filistinli Müslümanların boynunda kalmaya devam etti. 1967
işgali, 1976 Filistinlilere ait topraklara zorla el koyma ve daha niceleri. 15
Mayıs 1948 Nekbe (Büyük Felaket) başta olmak üzere 30
Mart 1976’dki zorla topraklara el koyma zorbalıklarına karşı bir direniş olarak
ifade edilen Toprak Günü anmaları,
bu yıl Büyük Dönüş başlığı altında
gerçekleştirilmektedir.
Nekbe gününe kadar
sürdürülmesi planlanan bu direniş günlerinin bedeli daha şimdiden onlarca şehid
ve nerede ise ikibin’e yakın gazidir. 8 yıldır sürmekte olan Ğazze ablukasının
da bir kere daha gözler önüne serildiği bu direniş günlerinde, ümmetin
acziyetine duyulan üzüntüye inat, bu kadar baskıya rağmen, direniş azmindeki
Filistinli kardeşlere duyulması gereken saygıyı ifade etmek isterim.
Doğrudur;
Siyonistlerin gittikçe artan zulmü, Evanjelistlerin sapık itikadlarından
beslenen destekleri ile Filistin toprakları sanki boğulmak üzere. Allah’a ve
Kitab’a (Kur’an) imanımız olmasa ümitsizliğin zirvesinde olmamız içten bile
değil. Şükürler olsun ki Kâfirler istemese de Allah’ın nurunu mutlaka
tamamlayacağına iman etmişiz. (Saf:61/8) Bunda şüphe yoktur. Yoktur da, onu
taşıyacak yürek kimde varsa onun eli ile tamamlanacaktır o nur. Yüce Yaradan’ın
o şerefi, televizyonları başında film izler gibi Aksa şehidlerini izleyenlere
vermesi mümkün değildir.
Evet ben de
inanıyorum ki Büyük dönüş kesin olarak gerçekleşecektir. Zira küfürle âbad
olunsa bile zulümle âbad olunmak mümkün değildir. Sünnetullah bunu gerektirir.
Ama aynı Sünnetullah zulmün ortadan kalkmasını kulların talip olmasına bağlar.
Filistinli
kardeşlerin Ğazze’de, Kudüs’te, Ramallah’ta, El Halil’de ve diğer yerlerde
gösterdikleri direnç bunu göstermektedir. Lakin bu kitlelere komuta edecek bir
Selahaddin gerektiği de açıktır.
Umudu besle Selahaddin yoldadır.
İsterseniz hamaset
deyin. Afrin’de, İdlib’te ve devamındaki diğer yerlerde Siyonistlerin önüne
setler çeken iradenin Selahaddin olma yolundaki azmi açıktır. Burada önemli
olan bizim nerede durduğumuzdur. Küçük siyasi, hesaplar uğruna Ümmetin Umudunu
zayıflatmaya çalışmanın vebali ağırdır. Herkes ve hepimiz aklımızı başımıza almamız
gerekmektedir. Açıkçası tarafımızı yerimizi iyi seçmeliyiz. Mesele Siyonistler
ve Aksa ise tarafsızlık taraf olmaktır. Zira haktan yana değilseniz kesinlikle
haksızdan yanasınızdır.
Nebevi emre uyup
Aksa’da namaz kılmak isteyen elini çabuk tutsun. Kandillerine yağ göndermek
isteyen elini çabuk tutsun. Bu devran dönerse zalimin yanında olmak da var.
Siyonisti bu gün tanımayan yarın suçu Ğarkad ağacında aramasın.
Son söz olsun!
Büyük dönüş haktır
ve olacaktır. Ne mutlu hakkın ve doğrunun yanında olabilenlere. Özgür Kudüs ve
özgür Filistin’de buluşabilmek duası ile…
Vesselam!
Osman HAZIR
02.04.2018
Mersin
Yorumlar
Yorum Gönder